Sosislerden kurtulma – Tarifler.net.tr – pratik tarifler

Güneşin şehri, denizin dostu, baharın fısıltılarını damla damla içinize döken, elinizden tutan, kıpırdamasanız da sokaklarında koşturan şehir İzmir.

İstanbul’un yorgun havasından, dumanlı gürültüsünden ve çok gürültülü trafiğinden kurtulmayı başardık. Üç günde de olsa İzmir havasını solumak güzel.
İzmir’e giderek bir taşla iki kuş vurduk. Üniversite yıllarından canım arkadaşım Özlem doğum yaptı ve havaalanına iner inmez ilk kez yanına koştuk. İzmir’in şirin ilçesi Konak, İsa Bibi’nin dünyaya merhaba dediği yerdir. Gittiğimizde henüz iki günlük olmasına rağmen benim nerede olduğumu görmek için gözlerini açtı. Şifreli “ıngaa, ıngaaa” diyerek anlatmak istediğini anlatmaya çalışsa da biz onu çok iyi anlıyoruz. Yeni bebeğin heyecanı ve karşılamanın şaşkınlığı içinde Özlem tatlı yorgunluğuyla karşılıyor bizi. Uykusuz gecelerinin çoktan başladığını gösteren gözleri umut dolu ve İsa’nın gözleri gülümsüyor.

Ertesi gün güneş bizi karşılamak için yavaş yavaş alçalırken, herkes akşam yemeğine koşuşturur. Biz pişirelim, dinlemiyor, Özlem’le eşim çok sevdiği fırında sebzeli tavuk budu yapıyor. İzmir’de akşam oluyor, ana yemekten saz arkadaşları pilav, salata ve sote mantar hazırlıyor.

Ati’nin seçkin misafirlerini beklediği, 20 yıldır raflarda bekleyen Majestic kırmızı şarabı eşliğinde geçen zamanın hasreti ve söylenmeyi bekleyen birikmiş sözler güzel yemeğimizin garnitürü oldu. , tanışmadığımız günler. Bebek İsa tatlı rüyalarda huzur içinde uyurken, bir şekilde onun gelişini kutlarız. Gece herkes odalarına çekilince Bebek İsa “Yatmayın, gece daha yeni başlıyor” dercesine yaygara koparır. Dayanamayız ama sabah 6’ya kadar uykusuz bir gece daha olduğunu öğreniriz.

Ertesi gün gelenler de gidenler de oyuncak bebek evinden eksik olmuyor. Her şey bebek İsa’nın ortasında toplandı. Bu arada diğer aile üyeleriyle tanışıyoruz. Özlem’in tatlı annesi Zekiye Teyze’den hemen güzel tarifler alıyorum. Yaparken kullandığım zeytinyağlı enginarlar çok lezzetliydi.

Öğlene doğru İzmir’in gezi sokakları bizi çağırıyor ve yollara düşüyoruz. 71 numaralı gazi otobüsü bizi bulunduğumuz yerden Konak’a götürüyor. İlk görevimiz Kordon’u yürümek (yıllar önce orada buluşmaya söz verdiğimiz gibi). Kordonun bir ucundan diğer ucuna yürüdükten sonra faytonla kasabanın içinden geçerek mutlaka görülmesi gereken bir yer olan Kızlar Ağası tekkesine gidiyoruz.

İstanbul’daki baharat çarşısını anımsatan görüntüsü ile Kızlar Agası karşılıyor bizi. İçine girdiğinizde kendinizi kaybedersiniz. Her mağazaya girmek, her şeye tek tek bakmak istiyorsunuz. Aniden, telaşlı yaşamınızda sizi sakinlik sarar. Dinlenirsin ve huzur bulursun. Helen’in ortasında çardağın altında oturup Türk kahvesi içerken keyif almıyorsunuz.

Dükkanları dolaşırken şimdiye kadar evimizde özlediğimiz ve paramızın yetmediği tavlayı görüyoruz. Arkada Mısır kartalı sembolü, önde tavla. Al ve duvara as, çıkar ve istediğin zaman oyna.

Mağazaları gezerken bakire agas direk kameralarımıza yapışıyor.

Akşama doğru dönüş yolunda acıktığımızı fark ediyoruz ve Han’dan Ephesus Oteli’ne giderken 55. İstasyon’un karşısında büyük harflerle yazılmış bir tabela görüyoruz. “Meşhur Kuzu Kocareç.” İstanbul’da Taksim’e gittiğimizde bayıldığımız kokoreçlerimizi görünce dayanamıyor ve hemen büfe rampasına yöneliyoruz. Kaldırıma dizilmiş alçak sandalyeli masalardan birine oturuyoruz ve Ostar Elmas’a Halves of Bread şarkısını söylüyoruz. Orada 30 yıllık profesyonel tecrübesiyle tanınmaktadır. “Sümer Kokoreç ismiyle sorsanız herkes tanır beni” diyor kendinden emin bir şekilde. Kokarca gelince ustanın ne demek istediğini anlıyoruz. Muhteşem lezzeti ve damağınızda kalan baharatı ile tadına doyamayacağız. Birçok turist onu ziyaret etti, bu yüzden ünü yabancı ülkelere gitti. Pekala, gitmiyormuş gibi değil, Efes Oteli’nin yanındaysanız, Havaş otobüslerinin kalktığı yerden sağa dönen yola girin. Kocaman sarı tabelalarıyla hemen gözünüze çarpacak bu güzel kokoreççiye bir uğrayın derim. Yemeğimizin ardından bir sonraki durağımıza doğru yola çıkıyoruz. Önünde uzanan aşk yolu, aşkın buluştuğu tek yerdir. Tam olarak yerini bilmediğimiz için sorular sorup dolaşarak aşk yoluna varıyoruz. Bu sefer yol boyunca uzanan palmiye ağaçlarının gölgesindeki açık aydınlatmaları keşfetmeye başlıyoruz. Rengarenk ve çeşit çeşit takıların dizildiği tezgahlarda bulamayacağınız şey yokmuş gibi. Birisi hepsini almak istiyor, hepsini yanına almak istiyor ama mümkün olan, birkaç parça bir şey almadan mümkün değil. Tüm tezgahları gezdikten sonra, gümüş çerçeveli, gözüme çarpan, vücuttaki ve insanın etrafındaki negatif enerjiyi hatıra olarak uzaklaştıran ametist bir kolye alıyorum. Tabii ki, sunduğunuz fırsatlar da buna değer 🙂

Aşk yolundan ayrıldıktan sonra üniversiteden arkadaşım Özgül ile buluşacağımız Kıbrıs Şehitleri Caddesi’ne doğru ilerlemeye başladık. İzmir’e ilk geldiğimde onlarla birlikte Kıbrıs’ın en popüler Şehitler Barlarından biri olan Kaos’a gitmiştim. Tabii yıllar önce yerini unutmuştum ama birkaç sokak yürüdükten sonra kendimizi önünde bulduk. Hareketli olduğu kadar sessiz, sessiz olduğu kadar da insanlarla dolu farklı bir sokak. Önünüzden bir sürü insan gelip gidiyor ama sokak gürültüsü yok. Herkesin kendi halinde, kendi sohbetinde rahat edebileceği bir yer. Canım bu ortamın havasındayken, arkadaşım Elif Şafak’ın artık anne olan ama anneliğe uyum sağlayamayan kadınların karmaşık ruh hallerini anlatan Kara Süt kitabını almayı neredeyse unutuyorum. Hemen kalkıp bir kitapçı aradım ve yanıma aldığım güzel bir hediye seti yaptırdım. Yeni anne iseniz kesinlikle okumanızı tavsiye ettiğim bir kitap.

Bu sırada Özgül gelir ve derin bir sohbete başlar, üniversite yıllarından günümüze kadar her şey konuşulur. Artık evliyiz, bazılarımızın çocuğu var. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadan bir yerin güzelliğini yaşarız. Saati fark ettiğimizde gece yarısıydı. Tekrar Konak’a döneceğimiz için son otobüsü kaçırmamak için bu güzellikleri bırakıp durağa doğru yola çıkıyoruz. Bu koşu sırasında uçuşum ve ben yere düşüyoruz. Bu eksik. Böylece İzmir’in göğe sığdıramadığım toprağını, sokaklarını kabul ediyorum. İşte buradayız, acı içinde doğruluyoruz ve yolumuza devam ediyoruz.

Arkadaşımızı gece bu saatte rahatsız edeceğiz ve eve yaklaşırken otobüse biniyoruz ki geç öğreniyoruz ki huysuz otobüs şoförü nereye gitmek istiyorsak oraya gideceğini söyledi ama sen gitmedin. orada. Yollar sessiz ve huzurlu ve taksiler bile geçmiyor. Her neyse, neredeyse hiç evde yapmıyoruz. Yeni babamız Oti’yi yorgun uykusundan uyandırıyor olmamız üzücü.

Acıktık, çok koştuk. O saatte akşam yemeği yiyemeyeceğinizi düşündüğünüzde. Zakia Teyzenin yaptığı krakeri farkederiz ve bunu anladığımızda katliamımız bir olur ve gün büyük bir hüzünle biter. İzmir’de gün bitmesin.

Ertesi gün keyfine bıraktığımız gözlerimiz açılınca saat öğleni gösteriyor. Uyku karanlık olsa da güneş parlıyor. Dışarıda cıvıldayan sessiz rüyalara rağmen. Uyanıp bebek İsa’ya günaydın dedikten sonra uzun ve güzel bir kahvaltıya oturuyoruz. Kahvaltımızı Zakia Teyze’nin ellerinden yaptığı ev yapımı reçellerle bitiriyor ve yeni misafirlerimizi karşılıyoruz. Özlem’in babaannesi torununu görmek için Yunanistan’dan gelir. Karnının üçüncü kuşağını, lapis lazuli saçlarını ve natürmort tavrını, bir yazarın kaleminden keskin kaşlarını görmek, bize yılların ne kadar zor geçtiğini anlatır gibiydi. Sadece bu yetişkin büyükanneyi izliyorum.

Issa bebeğe biraz daha baktıktan sonra Zakia teyzemin yoğurt yaptığını fark ettim. Evde hiç yoğurt yapmadım. Nasıl yapıldığını izledim ve öğrendim. En kısa zamanda evde yoğurt yapmayı ve tabii ki sizlerle paylaşmayı düşünüyorum.

Şimdi evden ve güzel İzmir’den ayrılma zamanı. Saat 4’te herkesle vedalaştık, anneannemiz bizi Yunanistan’a davet ederken bir gün mutlaka Gümülcine’ye uğrayacağımız düşünceleri kafamızda şekillenmeye başladı. Yunan kahvesi hediyemizi aldıktan sonra bebek İsa ile vedalaştık ve sizi tekrar evde görmeyi umuyoruz. Alsancak’a varıp Havaş otobüs saatlerini öğrendikten sonra acıktığımızda aklımıza meşhur kokoreç geldi ve yola çıkmadan son kez geri dönmek istedik. Onu alev alev yanan kömür ızgaranın yanında elimize aldığımızda, geçmişin hatıraları bizi saygıyla karşıladı. Ekmeğin yarısını sipariş edip henüz bitirmemişken, eşim ekmeğin ikinci yarısını içiyordu.
Otobüs vakti gelmişti ve tatlı bir yorgunlukla, hüzünlü de olsa havalimanına doğru yol aldık. Yarım saat rötarla İstanbul’a indik.

Hafızalarımızda bir rüya gibi kalan İzmir hatıralarıyla yeniden İstanbul’a alışmak zor olacak. Ve oldu…

Diğer gönderilerimize göz at

[wpcin-random-posts]

Yorum yapın